19 Haziran 2009 Cuma

Gün 1

15 Haziran

Kristal parçacıkları ile dolu yerler, ufak kum taneleri gibi, her yerdeler. Parıltılar sonsuz parıltılar. Keşke Ahmet’e söylemeseydim “ dedi. Ahmetin kim olduğunun önemi yok, kardeşi de olabilir, sevgilisi de.

Evin içi sanki bir bilim kurgu filminin sahnesi. Anlamsız figürler dolanıyor etrafta

Beynim atom altı parçacıkların uğrak yeri dans ediyorlar, her tarafa dönüp çarpışıyorlar. Minik atom altı yaratıklar bunlar ama bize benziyorlar, ayakları var koşabiliyorlar

O tam halıdan gelen çıtırtıları dinlerken gökyüzünden gittikçe yaklaşan bir uğultu geliyor, geliyor ve kocaman bir ses, yakından geçen uçağa ait. Geldiği hızla uzaklaşıyor ses. Tam uykuya dalarken evin içinde sisli bir manzara görüyor film seti gibi burası. Bildiğim ev değil. Renkler şekiller varlıklar değişmiş. Cam açık, yaz sıcağı dışarısı 25 evin içi 27 derece. Arka sokaktaki ağaçların birinden değişik bir kuş sesi geliyor. Daha önce duymadığı bir kuş. Hayret kuşların hepsi terk etmedi mi hala bu sefil şehri. Dün gece izlediği filmdeki delikanlıyı düşünüyor; üniversiteyi bitiriyor, babasının ona master için verdiği parayı bir hayır kuruma gönderip alıyor sırt çantasını “ bıktım bu anlamsız şehirden doğaya gidiyorum” diyor ve Alaska’ ya gidiyor. Kimseye haber vermeden. Yanında kalan bir kaç doları ateşte yakıyor. Birkaç hafta sonra yanında götürdüğü konserve yiyecekler bitiyor ve ruhu harika manzara ve temiz hava ile dolsa da aç kalıyor bizim kahraman. Yabani otları yiyor zehirleniyor ve ölüyor. 22 yaşında. Gerçek hikaye

Dünyanın bir sonu var elbet, beyninin içinde biraz daha dolanırsan bulacaksın onu. Koridordan bir ses geliyor minik bir hayvan yürüyor sanki evin sessizliğinde, mikronla ölçülen titreşimler yaratıyor ama o duyabiliyor. Evler geceleri neden çıtırdar; kimse yoktur herkes uyur ama mutfak dolapları, terlikler ya da koltuk örtüleri ses çıkartır. Yazarken saçının buklesi düşüyor alnına aniden, irkiliyor. Bir saç buklesi. Tama uykuya dalarken o gün dolaştığı mekanları sayıyor; 1 numara ev ikinci ofis, oradan kardeşine uğramıştı sonra taksime indi ortağını beklediği kafe de ekşi bir limonata içti burası dört, müşteriye gittiler beş ve eve geldi altı. Bugün 6 değişik mekanda bulunmuş; acaba ortalama bir insanın günlük değiştirdiği mekan sayısı kaçtır? Bindiğimiz arabaları da sayacak mıyız?

Hüzün seviyordu o, hayatında hüzün olmasa da o ekliyordu. Ağır telden bir şarkı, tütsü kokusu gökyüzündeki bulutlar ihtiyacı olan masum hüznü sağlıyordu ona. Ellerine baktı, üzerindeki çizikler artmaya başlamış, birkaç minik kırmızı benek var. Kemikli boğum yerleri biraz kabarmış sanki, enine bir çok çizgi var parmak üzerlerinde. Tırnaklar kısa kesilmiş, kenar derileri hafiften kalınlaşmaya başlamış. Hiç manikür görmemiş eller. En çok ne yaptı bu eller hayatta? Çimenleri okşadı, yazı yazdı. Telefon- bilgisayar tuşlarına bastı, gelen aday ya da görüşmecilerin ellerini sıktı. Evet bu sonuncu galiba. Çocuk sevmek, yanak okşamak. Bu da doğru. Kek çırpmak, temizlik. Bazen kesif çamaşır suyu kokan eller. Bazen soğan. Ya da mürekkep.. Ya da kokusuzluk. Ya da hiçlik

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder