24 Haziran 2009 Çarşamba

Gün 2..

19 Haziran

Anlatıcı:


Doktorun odasına girdi, el sıkıştılar. Böyle durumlarda hep düşünür elinde olmadan ya doktorun elinden bana nadide, zor bulunur bir mikrop geçerse diye. Ya da tam tersi benden ona geçerse, sonraki hastasına da bulaşır, hemen elini yıkamalı bu adam. Ya ellerini bedenime değdirdiğinde benim ruhumdaki mikroplar da ona geçerse- ne tehlikeli bir meslek bu doktorluk..
Bir süre konuştular; tıbbi geçmişini anlattı ona, sorduğu soruları kibarca yanıtladı. İç dünyasını anlatamazdı, adamın uzmanlığı bu değildi. Ama bu Ortopedistten öyle biri elektrik aldı ki hayatındaki her şeyi anlatmak istedi ona. Dinler miydi acaba?
Kadının mavi gözleri hiç bir ifadeyle bakmıyordu, içleri boş gibiydi. Ama yüzü tamdı, bütüne bakınca. Kaşların ucu hafif yukarı doğru dans eder gibi. İki kaş arasında sağ göze doğru minik bir derin çizgi; 40’ların başında olmanın ilk hediyesi belli. Ağız kenarları ne çok sert ne gevşek. Tam olması gerekti gibi. Yüzündeki ifade tam, ne bir eksik ne fazla. Ben dünyaya fırlatılmış anlam arayan biçare bir var oluş formu değilim. Ben “ ben”im, hiçbir şey aramıyorum- hiçbir yerden gelmedim ve bir yere gitmiyorum. Sadece omuriliğim sızlıyor- var oluş acısı mı? Doktora sormalı. Bu kibar beyefendiye. Karşısındaki ifadesiz kadını neye benzeteceğini bilemeyen..

Herkesin bir misyonu vardır bu oluşta. Kimi milleti elleyerek (doktorlar gibi), kimi vücuduyla çalışarak( ev işi, inşaat işi) kimi düşünerek gerçekleştirir kendini. Bana da şu koltukta güneşin altında otur düşün bakalım yıllarca neymiş yaşamın amacı dediler buraya koyup gittiler. Gelip almalarını bekliyorum biçare.

Oysa ne der Guru'muz:
Yaşamın Anlamı yoktur ya da içinizde saklıdır. Siz bu soruyu sormak için gönderilmediniz buraya; cevabı vermek için geldiniz. Sözlerinizle değil, yaşamınızla, yaptıklarınızla….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder